İtalya, Cezayir, Portekiz veya Bulgaristan’dan Fransa’ya göç ettiler ama doğdukları ülkeyi unutmadılar... Bu haftaki programımızda; Sylvie Vartan, Claude Nougaro, Chimène Badi ve Laurent Voulzy gibi farklı sanatçıların dünyaya geldikleri şehir ya da ülkeleri andıkları parçaları dinledik.
Bu haftanın açılışı Bernard Lavilliers ile yaptık. 1975 tarihli Saint-Etienne adlı şarkısını seslendirdi sanatçı. "Le Stéphanois" adlı albümde yer alıyordu parça ki Le Stéphanois da Saint-Etiennle’li demek. “İnsanın memleketi, doğduğu ülke değil doğduğu şehirdir” diyordu Lavilliers bu parçada ve dünyaya geldiği Saint Etienne kentini anlatıyordu bizlere.
İtalyan asıllı bir sanatçı olan Serge Reggiani, 30’lu yılların başında, İtalya’da faşizmin giderek güç kazanmasının ardından ailesiyle birlikte Fransa’ya göç etmiş. O dönemde Fransa’da İtalyan göçmenler pek de hoş karşılanmıyormuş. Bu yüzden öğrenim hayatı boyunca farklı aşağılamalara maruz kalmış. Bunlardan kurtulmak için bir an önce Fransız öğrenmesi gerektiğinin farkına varmış ve bu dili üç ay içinde kusursuz şekilde öğrenmiş. İlk başta babası gibi kuaför olmak istiyormuş ama gördüğü bir ilan tüm hayatını değiştirmiş. Konservatuara yazılmış ve Fransızcaya olan hâkimiyeti sayesinde birincilikle mezun olmuş burdan. Böylece kırklı yıllardan itibaren farklı tiyatro oyunlarının yanı sıra sinemada da boy göstermeye başlamış. Şarkıcılık kariyerine ise Barbara’nın kendisine verdiği destek sayesinde kırk yaşındayken geçiş yapmıştı Reggiani. 1970’lerde, yeni albümü için bir şarkı ararken, söz yazarı Jean-Loup Dabadie kendisine özel bir parça önerdi. L’italien (İtalyan) adını taşıyordu parça, yıllar sonra evine dönen İtalyalı bir adamı konu alıyordu. Reggiani’nin ilk başta çok hoşuna gitmedi şarkı çünkü ona kökenleri yüzünden zorluklarla geçen çocukluk yıllarını hatırlatıyordu. Ama nihayet Dabadie ikna etti onu ve Reggiani şarkıyı kaydetti. Parça zamanla yorumcusuyla öylesine bütünleşti ki Reggiani tüm konserlerini bu şarkıyla açmaya ve kendisini izlemeye gelenleri parçanın başındaki “Ben geldim, şu İtalyalı, evde kimse var mı?” sözleriyle karışılmaya başladı. (*)
Paris doğumlu Michel Sardou seksenli yıllarda Je viens du sud (Güneyden geliyorum) adlı bir parça seslendirmişti. Bu parçada babasının memleketine atıfta bulunuyordu sanatçı, zira babası oyuncu Fernand Sardou, Avignon’lu, dedesi Valentin Sardou ise Marsilyalı. 1980’de bu kökenleri yansıtmak üzere Pierre Delanoë & Jacques Revaux ikilisi kaleme almıştı şarkıyı. 2005 yılında ise, bu kez ailesi güneyden ama başka bir güneyden, Akdeniz’in diğer tarafından gelen bir sanatçı ondan ödünç aldı bu parçayı. Bu sanatçı, Chimène Badi idi. Fransa’da dünyaya gelmesine karşın, ailesi Cezayirli Chimène’nin. Bu şarkının sözleri de onu da çok etkilemiş ve dinleyicileriyle kökenleri paylaşmak istemiş genç kadın. Şarkıda kır düğünlerinden, İtalyan şarabından, taş evlerden, dağda uzanan bir patikadan ve yemekten sonra yapılan sonu gelmeyen sohbetlerden bahsediliyor. Parça, Sardou ve Badi için Akdeniz’in iki farklı yakasını ifade etse de, aslında bu iki yakanın birbirine ne kadar benzediğine de şahit oluyoruz bir anlamda.(*)
"Pembe Şehir" olarak da bilimen Toulouse'un medarı iftarlarından Claude Nougaro, 1967’de, otuz sekiz yaşındayken özel yaşamında zor günler geçiriyordu. Kırkına yaklaştıkça hayatını sorgulamaya başlıyor ve bu nedenle geçmişe dönüyordu sanatçı. Aslında Toulouse’da geçirdiği çocukluk yılları pek de parlak bir dönem değildi onun için. Daha çok yalnızlık, hüzün ve Paris’e gitmek için duyduğu tutkuyu ifade ediyordu Nougaro açısından bu dönem. Bu kötü duygularla başladı o da şarkıyı yazmaya. Daha sonra o dönemdeki eşi Odette’e gösterdi yazdığı sözleri. O da “İnsan doğduğu şehirden bahsedecekse, bunu intikam duygusuyla değil, sevgiyle yapmalı” diye tepki gösterdi Nougaro’ya. Bunun üzerine sanatçı yeniden yazmaya karar verdi şarkının sözlerini. Nakarat kısmı için Louis Mengaud’nun 1845 tarihli Oksitan dilindeki La Tolousaine adlı şiirinden ilham aldı ve bu şiirde geçen “O moun pais, O Tolosa” dizesini kullandı şarkısında. Ayrıca şehrin sembollerinden Garonne nehri, kiremit rengi tuğlalarla inşa edilmiş evler, Saint-Sernin kilisesi ve Blagnac havalimanından da bahsetti. Stüdyonun ise pek hoşuna gitmedi parça ilk başta ve Fransa’nın kuzeyinde pek iş yapmayacağını düşündü yapımcılar. Nihayet Toulouse, Nisan 1967’de piyasaya çıktı ve yaklaşık beş dakika sürdüğü için radyolar tarafından çalınmadı ilk başta. Buna karşın France Inter radyosunun genç programcılarından biri, bir gün şarkıya programında yer verdi ve dinleyicilerin büyük ilgisiyle karşılaştı. Şarkı zamanla Toulouse için bir marş haline geldi adeta, buradaki rugby maçlarında tribünlerde söylenmeye başladı.
Sekiz yaşında ailesiyle birlikte Bulgaristan’daki komünist rejimin baskısından kaçarak Fransa’ya gelen Sylvie Vartan, arkasında sevdiği birçok insanı bırakmıştı. Altmışlı yıllarda şöhrete Comme un garçon ve La plus belle pour aller danser gibi yé-yé şarkılarıyla, tabii aynı zamanda Johnny Hallyday’le yaptığı evlilikle kavuşmuştu. 1968’te, yirmi dört yaşındayken bu kez öncekilerden oldukça farklı bir parça seslendirdi Vartan. La Maritza adını taşıyan otobiyografik bir parçaydı bu. Jean Renard & Pierre Delanoë ikilisinin imzasını taşıyordu. Maritza, ülkemizden de geçen Meriç Nehrine Avrupa’da verilen ad. Şarkının sözlerinin bir kısmı ise şu şekilde “Meriç benim nehrim, nasıl ki Sen Nehri seninkiyse, ama bir tek babam kaldı şimdi bunu hatırlayan / Ufuk kapkara olduğunda, tüm kuşlar göç etti umut yollarına ve biz de onları izledik, Paris’e doğru”. Renard, bu sözleri Sylvie’ye gösterdiğinde genç kadının hiç hoşuna gitmedi okudukları zira hem daha eğlenceli parçalar seslendirmeyi arzu ediyor hem de kendisinde büyük yaralar açan o ayrılığı hatırlamak istemiyordu. Fakat şarkının ilk notalarını duymasıyla fikri değişti sanatçının. Parçayı kaydettikten sonra ilk olarak babasına dinletti Sylvie. O da kızının yorumunu duyunca, zorunlu sürgünlerinden tam on yedi yıl sonra, Sylvie’nin doğduğu ülkeyi aslında hiç unutmadığını anladı. Bulgaristan’ı bir daha ancak komünist rejimin yıkılmasından sonra ziyaret edebildi Sylvie Vartan. Hatta 1990’da bir konser verdi bu ülkede. Bu konserde seslendirdiği şarkılardan biri de La Maritza’ydı ve sıra “Nehrimdeki tüm kuşlar bana özgürlük şarkıları söylüyordu ” sözlerine geldiğinde salonda bir alkış kopmuştu. (*)
Jacques Brel doğduğu ülke Belçika'dan bahsettiği Le plat pays (Düz ülke) adlı şarkısı için Paris’teki Chez Gilles kabaresinin sahibi Jean Villard’ın bir şiirinden ilham almıştı. Onun İsviçre için yazdığı La Venoge adlı şiiri duyunca “Neden ben de kendi ülkem için böyle bir şarkı kaleme almayayım” demişti sanatçı ve böylece 1962 yılında ortaya, Le plat pays çıkmıştı.
1969’da küçük oğluyla birlikte ülkesi Portekiz’den ayrılıp Fransa’ya yerleşen Linda De Suza, burada zor günler geçirmiş, bir süre otellerde temizlikçi olarak çalışmıştı. Nihayet 1978’de şansı dönmüş ve Le Portugais adlı şarkıyla şöhrete kavuşmuştu. Portekiz’i konu alan başka şarkıları da var De Suza’nın, bunlardan biri de Les œillets rouges (Kırmızı karanfiller) adını taşıyor. 1974’te gerçekleşen ve diktatör Salazar’ın devrilmesini sağlayan, Karanfil Devrimi olarak da bilinen kansız darbeden alıyor ismini şarkı. Portekiz’de yaşayan bir çiftten bahsediyor sanatçı bize. Genç adam herkesin mutlu olduğu bir dünyanın hayallerini kuran idealist bir delikanlı. İkisi de yirmi yaşına geldiğinde kadın ülkesini terk etme kararı alıyor ama arkadaşı orada kalıyor ve idealleri uğruna savaşmaya devam ediyor. Ayrılık hediyesi olarak ise bir buket kırmızı karanfil veriyor genç kadına. Yıllar geçiyor, kadın yeni ülkesinde bir başkasına âşık oluyor ve gençlik aşkını unutuyor ama bir gün bir arkadaşı ona eski sevgilisinden bahsediyor. Bunun üzerine yıllar sonra ülkesine geri dönüyor kadın ve bir caddede adamın adının bir taşa kazınmış olduğunu görüyor, idealleri uğruna mücadele ederken hayatını kaybettiğini anlıyor ve bu kez kendisi gözyaşları içinde bir kırmızı karanfil buketi bırakıyor oraya.
Fransız popüler müziğinin en sevilen isimlerinden Laurent Voulzy'nin seslendirdiği Belle Île en mer, aslında ilk bakışta romantik bir yaz şarkısı gibi dursa da işin aslı biraz farklı. Guadelup asıllı bir şarkıcı Voulzy ve çocukluk yıllarında Paris’te, derisinin renginden ötürü ayrımcılığa, ırkçılığa maruz kalmış. Hatta kendisine çeşitli isimler takılmış aşağılama amaçlı. İlerleyen yıllarda tüm bu anılardan, çocukluk döneminde yaşadığı yalnızlık ve bir anlamda tecrit duygusundan ve bunların yanında hayatında özel bir anlamı olan Brötanyadaki Belle İle ve Guadelup’taki Marie Galante adalarından yakın dostu Alain Souchon’a bahsetmiş, o da 1985'te Voulzy için Belle île en mer’i yazmış. İlk başta fazla dikkat çekmeyen parça, ertesi yıl düzenlenen Victoire de la musique töreninden "En İyi Şarkı" ödülüyle ayrılmış.
Doğduğu ülkeyi genç yaşlarda terk eden ve bunun ardından yazdığı şarkıyla şöhrete kavuşan Enrico Macias'ın babası bir kemancıydı. Kayınpederi Cheikh Raymond (Raymond Leyris) ise Cezayir’de Yahudilerden olduğu kadar Müslümanlardan da büyük saygı gören bir Arap-Endülüs müziği ustasıydı. Ne var ki Cezayir Savaşı sırasında, 1961’in Haziran ayında sokak ortasında öldürüldü Raymond. Bir sembol konumundaki bu ismin öldürülmesi bir anlamda Constantine kentindeki Yahudilerin de burayı terk etmek zorunda kalması anlamına geliyordu. Fransa’ya geldiklerinde Enrico ve ailesi Paris banliyösündeki Argenteuil’e yerleşti. Macias, önce kabarelerde sahne almaya başladı. Çok geçmeden Gilbert Bécaud’nun dikkatini çekti ve Bécaud kendi konserinden önce sahne almasını teklif etti ona. 1962’nin Ekim ayında Cezayir’den zorunlu olarak göç eden ailelerle ilgili bir televizyon programı, Enrico’nun geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. Burada kendisini Cezayir’den Fransa’ya götüren gemide yazdığı Adieu mon pays (Elveda Ülkem) adlı parçayı seslendirdi sanatçı ve şarkıcılık kariyerini de başlatmış oldu bir anlamda. Son kısmı şöyleydi bu parçanın:
Beni limandan uzaklaştıran
Geminin kenarında
Bir zincir denizde
Şakladı bir kırbaç gibi
Uzun uzun baktım
Kaçıp giden mavi gözlerine
Deniz boğdu onları
Pişmanlık dalgaları içinde
Enrico Macias o günden beri bir daha Cezayir’e gidemedi. Uzun yıllar hayalini kurduğu bu seyahatin 2000 yılında gerçekleşmesi gündeme geldi ama bu da son anda iptal oldu. Sanatçı bu olaydan duyduğu üzüntüyü 2003 tarihli Le voyage adlı şarkıda dile getirdi hatta. O zamandan beri konserlerinde Adieu mon pays’nin hemen ardından bu şarkıyı seslendiriyor Enrico. (*)
Almanya sınırındaki Moselle kentinde dünyaya gelen Patricia Kaas'ın annesi Irma da Alman asıllıydı. Kendisi de yedi yaşına kadar Almanca konuşmuş. Tüm bunlardan hareketle Didier Barbelivien & François Bernheim ikilisi Patricia’nın talebi üzerine onun bu Alman kökenlerini yansıtacak bir şarkı yazmaya karar vermişler. Şarkıda Barbara’nın Göttingen adlı parçasına ve Patricia’nın annesinin favori şarkılarından biri olan Lily Marlene’e de selam göndermeyi ihmal etmemişler. Aynı zamanda henüz yıkılmamış olan Berlin duvarından da bahsetmişler. D’Allemange (Almanya’dan) adını taşıyan parçayı Patricia, 1988’de kaydetmiş ve kısa sürede Top 50 listesinde üst basamaklara tırmanmış. Kendisine 1990’da kaybettiği annesini hatırlatmasından dolayı da sanatçı için ayrı bir yeri varmış bu şarkının.
(*) Kaynak: La vie secrète des chansons: Le pays d'où je viens, André Manoukian, France 3, 2018
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Bernard Lavilliers | Saint-Etienne | Le Stéphanois | 2:49 |
Serge Reggiani | L'italien | En scène | 3:28 |
Chimène Badi | Je viens du sud | Dis-moi que tu m'aimes | 4:07 |
Claude Nougaro | Toulouse | A l'Olympia | 5:30 |
Sylvie Vartan | La Maritza | Enregistrement Public à Sofia | 3:24 |
Jacques Brel | Le plat pays | Suivre l'étoile | 2:45 |
Linda De Suza | Les œillets rouges | Olympia 1983 | 3:48 |
Laurent Voulzy | Belle île en mer | Voulzy Tour | 4:00 |
Enrico Macias | Adieu mon pays | Je me souviens 1964-1995 | 4:10 |
Patricia Kaas | D'Allemagne | Live 2000 | 4:33 |